11 Mayıs 2008 Pazar

Sultanahmet Fotoğraf Gezisi Notları..

Tarih: 11. Mayıs. 2008

Sevgili Blog,

Bu haftasonu çok mükemmel geçti.

Cumartesi günü İstanbul'un Anadolu Yakası'ndan eşsiz Boğaz manzarasını seyrettikten sonra ufaktan ufaktan kalp çarpıntıları ile, Pazar günü tarihi kahramanların ruhlarının ensemde nefesini her daim hissettiğim Sultanahmet'e gittik.

Pazar günü gezisinin amacı elbetteki fotoğraf makinesini tanımak idi ve bu konuda üstat Selim'in yardımlarını kesinlikle gözardı edemeyiz, kendisine en güzel teşekkürlerimi iletirim. Tam bir hoca edası ile adım adım işledi fotoğraf sanatını beynime doğrusu.

Ha şimdi diyeceksinki sevgili blog, işledi de bu uyduruktan fotoğraflar mı çıktı yani?

Haklısın ama dur, bir dur, önce beni dinle.

Bu fotoğrafların hepsi bir çalışma ve deneme.

Tek tek sana da anlatayım.

Ama biliyorsun sen bir anı blogusun, o yüzden bugüne dair her anımı saklamak zorundasın, sıkılmadan dinle.



Sabah saat 10:30'da uyandıktan sonra bir önceki günün aşırı yorgunluğunu üzerimden atmış bir şekilde kahvaltımı yapıp düştüm sokaklara dinç dinç.

Selim Üstat ile Eminönü İskelesi'nde buluştuktan sonra bol bol fotoğraf odaklı sohbetin ardından tarihi topraklara adım attık.

İlk hedef Gülhane tabiki.

Gülhane'ye bir çocukken, bir de haliyle (Beyazıtta okuyan biri olarak) üniversitede gitmiştim. Çocukluğumdaki ziyaretime dair aklımda kalan kaplana ve ayılara varana kadar çok hayvan gördüğüm idi ancak bildiğiniz gibi Gülhane Parkı'nda artık hayvanat bahçesi yok (insan geçinen ayıları saymazsak tabi ama inanır mısınız envai çeşidini bulabilirsiniz, adam Aşık Veysel heykelini kucaklayarak arkadaşına poz veriyor cep telefonundan, hey Allahım Ya, tamam biz de Sait Faik heykeline sarıldık ama o başka idi canım :) ).

İlk çalışmamız yukarda görmüş olduğunuz gibi macro fotoğraf çekimi. Öhöömm...

Benim en sevdiğim ve en uzmanlaşmak istediğim tarz, ancak yukarda görmüş olduğunuz sarı gül bir 5-6 çekimden sonra elde edildi. Arkadaki flu havayı vermek için biraz uğraşmamız gerekti. İlerdeki bekçilerin bizlere bakan uzaylı bakışları da benim uyanık ve keskin bakışlarımdan da kaçmadı tabi.





Birkaç deneme çekiminden sonra Gülhane Parkı'nın çkışında gördüm tavşanları, Allah'tan içimdeki fotoğraf aşkı ağır bastı da kucağıma alıp mıncıklamalarımdam kurtuldular. Fotoğrafını çektik çekmesine de bir araba dolusu laf yedik.

- Beleş traşa soonnnn! diye bağrıyordu sahibi biz ufaktan kaçarken..


Yok artık daha neler. :)



İşte enstantene ve diyafram çalışmaları ki en zayıf olduğum konular. Bu en adam gibi çıkan fotoğraflardan biri lakin oturduk bir banka, ışığı ve görüntüyü adam edene kadar uğraştık. Hava bir kapanıyor, bir açılıyordu ancak yine de sonuçlar çok fena değil ancak şunu itiraf edeyim, bu fotoyu üstat Selim çekti :) Biz de emek hırsızlığı yok :)



İşte bunu ben çektim.

İşte doğru enstantene değerleri ile gördüğünüz gibi akan su damlacıklarını tane tane fotoğraflayabildik. Bir de ışık ayarı yaptık mı tamaaammm...



Sultanahmet Meydanı'nda birkaç deneme daha yaparken bu üç minareyi arka arkaya sıralamayı denedik de elektirk direğinden kurtulamadığımı görüyorum yine. O kadar da kadraja sokmamak için şekilden şekile girdik, bir yere uzanmadığım kaldı ama uçtan girmiş yine (bakınız sağ üst köşe)






Zaman akıp giderken haliyle karnımızın zilleri çalmaya başlar biz de bu kadar Sultanahmet'e gelmişiz, bir Sultanahmet Köftecisi yapalım dedik, koyulduk yola lakin ne mümkün? Bir sıra bir sıra sorma gitsin. Biz de çakma bir Sultanahmet Köftecisi bulduk ama gayet güzeldi köfteleri. Hımmm...

Yemeğimizi yedikten ve Özsüt'te tatlıları mideye indirdikten sonra (ayıptır söylemesi yada pardon ayıptır yazması olacak) Ayasoyfa Müzesi'ni gezmeye kadar verdik. Düştük yola.


Başlangıçta bir kilise olarak Bizans İmparatoru 1. Jüstinyen tarafından M.S. 532- 537 arasında inşa edilen, Osmanlı döneminde camiye çevrilen bir eser Ayasofya Müzesi. Ayasofya Yunanca'da "Kutsal Bilgelik" anlamına geliyormuş ve bu kilisenin yapımı 6 yılda tamamlanmış. Ayrıca dünyanın yüzölçümü bakımından 4. büyük katedrali imiş. (Uff çok kültürlüyüm, valla wikipedia'dan bakmadım :) )

1935 yılında Atatürk'ün emri ile müze olarak kullanılmaya başlanmış.

Müzenin içerisine girdiğinizde tüyleriniz ürperiyor. O kadar devasa bir yapı ki Selim'in anlattığına bakılırsa kubbesi desteksiz duran - her ne kadar son yıllarda depreme önlem olarak kubbesine destek yapılmış olsa da - nadir kiliselerden biri imiş. Gerçekten baktığınız zaman desteksiz bir şekilde o kubbe nasıl duruyor diye şaşırıyorsunuz.

Tarihi yerleri gezerken birtakım hislere kapılırım. Sanki böyle Bizans İmparatoru'nun yada ne bileyim Osman Padişahlarının ruhları böyle aramızda geziniyormuş da bizler onları görmüyormuşuz gibi hissederim ve ürperirim. Bugün de bunu çok hissettim. Özellikle 2. kata çıkarken dar bir koridor kullanıyorsunuz, o dar koridorda gözümde böyle ruhlar canlandı. Çok etkileyici...(deli miyim acaba?)





Selim Hoca'mızın anlattığına bakılırsa üzerinde Arapça yazı gördüğünüz şu devasa levha zamanında çıkarılmak istenmiş ama kapıya sığmadığı için başarısız olmuşlar, biz de "e peki nasıl sokulmuş" diye düşündükten sonra olayı materyalist bir tabana indirgemek ve olabildiğince o Mısır Piramitleri efsanelerinden kurtarmak için " ha o zaman içerde yapmışlardır " dedim. Nasıl çok zekici değil mi? Allahım bu zeka fazla bana diyorum işte :)



Bu mozaikleri hatırlıyorum. Üniversite birinci sınıfta gittiğimizde anlatmışlardı. Burda görülen o eksik mozaikler talan edilmiş, bir kısmı da depremlerde dökülmüş. :( Çok yazık. Çocuklarımız da görmeli bunları :(


Bir mozaik daha ancak burada ışık seçimini filan ayarlayamadık, hem aşırı kalabalık idi çevre hem de yorgunluğun doruklarında idik. Yine de yaptık bir çekim. Maksat deneme olsun ama pek de başarılı olduğunu söyleyemem.

Ayasofya içerisinde gayet ciddi ciddi çekim denemeleri yaparken koskoca müzenin içerisinde bir güvercin benim canım makineme pislemesin mi? Hayır kafama yap ama makineme yapma kardeşim :) Kafama yapsan şanslıyım derim hiç değilse.
Bir uğur mu yoksa Tanrı'nın bir işareti mi bilemedim ama kafamı bir kaldırdım ki avizenin üzerinde bir kuş, poposu tam kafamın üzerinde, olası bir rezilliği önlemek adına yan tarafa geçtik geçmesine de makinenin objektifini temizlemek bizi biraz güldürdü. Daha ilk geziye çıkışı makinemin :(

İşte o kadın...
Ayasofyanın tadını iyice bir çıkarıp da o bahsettiğim dar koridordan inerken ilk kata, koridorun çıkışında rastladım bu kadına. O kadar güzel otantik bir kıyafeti vardı ki ( bir de alnında o Hintli dövmesi vardı) "seni kaçırmamam lazım" dedim. Kadın, kendi çocukları olduğunu düşündüğüm iki çocuğunu fotosuna çekerken ben de gizlice onun fotosunu çekmeye çalıştım ancak ne mümkün. Makina kalmış saçmasapan bir modda. E işimiz de acele, ürkütmemek lazım kadını, yok olmuyor.
Selim'e dedim, b"en konuşacağım bu kadınla".
Bizim Selim pek razı değil. Terslemesinden korkuyor sanırım ama kadında pek tersleme kapasitesi yok bence. Tam vazgeçtim, kapıya yönelmiştimki bir baktım karşıdan bana doğru geliyor... Amaaaannn ne kızacak canım dedim ve kadının gözüne soka soka çektim fotosunu ama cık olmuyor lanet olasıca makina :( Portre çekim zor derlerdi de inanmazdım. E kadın da tip tip ama çok ta sempatik bir şekilde bana baktı. Sırıttım :)
Hay aksi derken, Selim de renkten renge girmişken tam vazgeçmiştimki bir kez daha, sokakta müze çıkışında yakaladım, aydınlıkta çektim ama yok yok yok. Bu sefer de arkada bir sürü insan. Yok, çekeceğim ben seni, kaçamazsın.
Birden cesaretimi topladım ve yanına gittim, o da bana bakıyordu zaten :) İçinden "deli galiba" demiş olabilir :)
İngilizce bilip bilmediğini sordum.
Biliyormuş.
Söyledim, çok otantik olduğunu ve onu fotoğraflamak istediğimi. Tam kafama terlik bekliyordum ki gülümsedi ve hemen en güzel poz verilecek bir yere geçmesin mi :)
Ben şaşkın kaldım, "aaaa razı oldu" diye kısa bir şok geçirirken modelime doğru yöneldim, uzaklardan Selim Hoca'nın sesi "zooommm yap zooom yap" Ha ha ha ha haaa...
Önce şöyle kıyafetleri ile çektim. Sonra baktım mal mal objektife bakıyor.
Seslendim;
- Bana bakma lütfen".







Ay caaaanımmm...
Hemen razı oldu.

Hemen yüzünü yana çevirdi.
Ne şekerrr....
Binlerce teşekkür ettim tam ayrılıyordum ki bana seslendi ve dedi ki;
- Biliyorum, bir kaç kere daha fotomu çekmeye çalıştın sen değil mi?
- Evet birkaç kez denedim ama beceremedim dedim :)
İşte bu yaaa...
Zaten insanlarla sohbet etmeye özellikle başka toprakların insanları ile sohbet etmeye bayılan biri olarak ilk Hintli maceramı da yaşamış oldum. :) Ama birkaç kez da dayak tehlikesi geçirebilirim, herkes razı olmaz fotosunun çekilmesine. Olsun, biz de sempatikliğimizle sıyrılırız canım.



İşte böyle.
Bizim Hintli'nin yanından ayrılıp da Selim Usta'nın yanına gelince ilk sorduğu şey;
- Zoom yaptın değil mi?
Ohooooo Selim sen bizi ne sandın ya... :)
Ayrıca ben kıyafeti de çıksın istedim.
İlk portre denemem budur işte.
Çok başarılı değil belki ama olsun o da olur inşallah :)
Bir gezimizin ve anımızın daha sonuna gelirken şu an saat 22:30. Yüzüm kıpkırmızı olmuş, ateşim var, annem beni yoğun bakıma aldı, vitamin bombardımanına tuttu, odaya girip çıkıp kontrol ediyor :)
Evet belki ateşim çıktı, belki de güneş çarptı ama içimdeki mutluluğu kaç kez daha yaşarım ki? Bir hobime bu kadar vakit ayırabilmiş olmanın dayanılmaz zevki içerisinde lanet bir Pazartesi sabahına doğru yol almaktayım ağır ağır...






5 Mayıs 2008 Pazartesi

Adalara gömmüşüm ben seni...


Posted by Picasa
O VE BEN
Sana koşuyorum bir vapurun içinden
Ölmemek, delirmemek için.
Yaşamak; bütün adetlerden uzak
Yaşamak.
Hayır değil, değil sıcak
Dudaklarının hatırası
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil.
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem.
Eli elimin içinde olmalı.
Gözlerine bakmalıyım
Sesini işitmeliyim
Beraber yemek yemeliyiz
Ara sıra gülmeliyiz.
Yapamam, onsuz edemem
Bana su, bana ekmek, bana zehir
Bana tad, bana uyku gibi gelen çirkin kızım
Sensiz edemem.
Sait Faik Abasıyanık
Yer: Burgazada / Sait Faik Abasıyanık'ın evi
Zaman: Yazılsa da her ne kadar tarihe "03.09.2006", bir rüya idi zamanı belirsiz...

12 Nisan 2008 Cumartesi

Viva Oldies!


Yeni bir program keşfettim. Hazır fotoğraf kursuna da başlamışken pratik oldu bana.
Blogumuz artık 80'lerin müzikleri ile açılırken formata uygun bir kolaj fotoğraf çalışması da yapayım dedim. Arkadaki deniz Fethiye'den, öndeki poz Atatürk Baajı'ndan...
Yardımları ve fikirleri için sevgili Aysel'e teşekkür ederim.

7 Nisan 2008 Pazartesi

Seven Kadın İçin Bir Sone...

Seven Bir Kadın İçin Sone
Siz ne zaman sevdiyseniz çaresizlik vardı
Bir karanlıktı basan içinizi aşkla beraber
Sevince her yeriniz bir humma ateşiyle yanardı
Sonra gözlerinizde yaş, alnınızda ter
Onu severdiniz bilirim ama gidemezdiniz ki
Sizin gibi niceleri sevip gidemediler
İşte ümitsiz aşkınızın şahidi
Dişlediğiniz yastıklar, kırdığınız kadehler
Ve sizi o keder güzelleştirdi o keder
O isyan etmeler Tanrı'ya, o içinizdeki kırıklık
O sabahlara dek ağladığınız geceler
Bütün kadınlığınızla aşkın üstündesiniz artık
O içinizdeki fırtınalar da gelir geçer
Siz de bir gün dersiniz - sevmek yalanmış meğer.
CEMAL SÜREYA

5 Nisan 2008 Cumartesi

Al Pacino


Her açıdan çok beğendiğim Al Pacino'nun bendeki fotoğraf arşivini bloga koymaya karar verdim. Tamam blog gezi blogu ama birazcık formatın dışında çıkmamızın kimseye zararı olmaz.
Al Pacino'yu çok geç keşfettiğimi düşünüyorum. Herşey Taksim'de bir cafe-restaurant bozması bir yerde dev "Scarface" posteri görmemle başladı. Sadece sima olarak bildiğim Al Pacino'nun bu filmini merak ettim etmesine de izlemek nedense iki sene sonrasına kısmet oldu, o da "Baba 1" filmde kendisine aşık olunca :)
O yüzden bu fotoğrafların bildiğim kadarı ile hangi filmlerden alındığı bilgisini vermeye çalışacağım ancak bugün itibariyle AL Pacino filmlerini sırasıyla izlemeye başladığımdan tüm fotoğrafların hakkını veremeyebilirim.
En üstteki foto bir filme ait ise de ben bilmiyorum ancak altta gördüğünüz foto Baba 2 yada Baba 3 serisinden alıntı. (Yarın itibariyle Baba 2 filmini izlemiş olacağım, ne hikmetse DVD'cilerde ya hep kirada oluyor ya satılmış oluyor, ne filmmiş. Ben de yarın sipariş verdim, çocuk bana kopya yapacak :) ).
Baba 1'de Marlon Brando'yu mezara koyduk, yavaş yavaş Al Pacino dizginleri ele alıyordu, yakışır :)

Baba 1 filmini izlemeden önce çok fazla yorumları okumamıştım ancak yorumların çoğunda filmdeki portakal vurgusundan bahsedilmiş, işte portakalın girdiği sahnelerde cinayet oluyormuş da kim portakalla haşır neşir olursa öldürülüyormuş da falan filan. İlginç, hiç dikkatimi çekmedi benim. Bu filmde en sevdiğim sahnelerden biri yanlış hatırlamıyorsam Al Pacino'nun Sicilya'nın bir köyüne giderek orda gözlerden uzaklaşması ve hatta aşık olması idi ancak burada içim de sızlamadı değil hani çünkü ardında bir sevgili bırakmıştı. Alçak adam :) Sicilya'nın o köyüne bayılmıştım filmi izlerken. Harika idi görüntüler.
İşte şu yukardaki fotoğraf benim en sevdiğim Al Pacino hallerinden biri. Bay KARİZMA. En genç hallerinden biri.
25 Nisan 1940 doğumlu imiş.
Babamdan 7 yaş büyük :(

Şimdi gelelim bu fotoğrafa. Bu fotoğrafa hasta oldum. 1968'lerin hippilerine benzemiş. Bu film "Serpico" filminden alıntı ki bu filmi de buluyor DVD'ci çocuk benim için. Sanırım gençlik filmlerini daha çok seveceğim.


İşteeeeeeeeeeeee. İşte o. Yaralı Yüz.

En sevdiğim Al Pacino hali çünkü en kirli hali. Filmi geçen cumartesi sonunda izledim ve her karesini pür dikkat izledim, tabiki sanatsal bir kaygı gütmüyordum, tamamen hormonsal bir kaygı idi benimkisi. Zaten gördüğünüz gibi yorumlarım da sanatsal içerikli sayılmaz.

Bir insana mafyalık bu kadar mı yakışır. Bir insana çapkınlık bu kadar mı yakışır ilk defa şahit oluyorum. O kadar ki haftaiçi işten gelip gelip CD'i tekrar tekrar gözden geçirdim.

En sevdiğim sahnesi Küba'dan gelip de polislerce sorguya alınırken adını sordukların da ağzını yamultarak;

- I am Anthony Montano, and what's your name? diyip it it gülmesi. İşte orda ben resmen yıkılıyorum gülerken gözlerinin yanında oluşan kırışıklara gördükçe :)

Ayrıca Mıchelle Pfeifer ile ilk dans edişlerindeki o kendine güveni ve çapkın bakışları da bir numaralı Al Pacino hali benim için.



Şu yüze bakar mısınız? Yüzündeki kire bakar mısınız? Herşeyi bekleyebilirsiniz ondan ancak asla çocuk öldürmez, çok hassas ve çok ilginçtir ki tanıdığım o adam(!) gibi çocuk sahibi olmak istiyor. Demekki kötü ruhlu insanlarda böyle bir çocuk yapma kaygısı var , günah mı çıkarıyorlar ne ya da o tanıdığım adam(!) bir Tony Montano bozuntusu olmak istiyordu (bu kısmı çoğu okuyan kişinin anlamayacağını biliyorum ama o adam ve o adamı bilenler okursa çok iyi anlayacak).



En sevdiğim bir Scarface sahnesi daha. Burada artık zenginleşen Tony iyice kontrolü kaybetmek üzere ve hırçınlığından, kendini beğenmişliğinden yavaş yavaş etrafındakileri kaybetmekte. Şu sigara içişe bakar mısınız .....





Baba serisinden bir sahne. Al Pacino hakkındaki yorumları okuduğumdan onu sürekli mafyavari filmlerde oynaması ve her filminin bir sahnesinde mutlaka etrafı yakıp yıkıp bağırdığı ile eleştiriler getirilmiş, doğru olabilir ancak adama çok yakışan bir tavır, fiziğine de çok yakışıyor ancak bu kişiler sanırım hiç Dick Tracy'i yada Venedik Taciri'ni izlememiş sanırım (ben de izlemedim ama konularını biliyorum ve youtube'de fragmanlarını izledim).






Olay budurrr işte....

Tek bir fotoğrafı ile yani bu fotosu ile içimdeki Al Pacino aşkını özetleyebilirim.
Söyleyecek tek bir söz bile bulamıyorum, tanımlayacak bir kelime yok şu fotoğraf için.






Bu fotoğrafta benim çocukluk aşkım(!) Slyvester Stallone'e benzemiş. Çocukken çok aşıktım Rambo'ya. Bizim evde kardeşimden dolayı çok sık izlenirdi Rambo. Ben de sağolsun onun sayesinde sıkı bir Rambo'cu oldum, Rocky biraz daha light kalırdı, onu çok sevmezdim ama yine de o ring'te ağzı yamula yamula " Adrrriiiaaaann" diyişine de hasta olurdum.


İşte Tonyyyyy bir daha...
"The World is Yours" bakışı bu...
Scarface filminden bir fotoğraf daha. Daha doğrusu bu fotoyu özel vermiş ve fotoğrafın altında gördüğünüz imza kendisine aitmiş. Bulduğum internet sitesinde öyle yazıyordu.





Bu fotoğraf da o çok sevdiğim gençlik yıllarına ait. Yüzündeki o kirli bakışlar sanırım özel hayatında da peşini burakmamış :)


İşte yavaş yavaş yaşlanıyoruz ancak şarap gibi değiliz pek lakin yaşlandıkça sevmiyorum onu. Bir tek bugün izlemiş olduğum "Carlito's Way" filminde yine idare ettiğini anladım. Hoş bir hava gelmişti ama sanırım daha fazla yaşlanmamalı.
Biri şu zamanı durdursuuunnnnn....


İşte tipik Al Pacino gözleri. Aşağı doğru düşük düşük...
Bir imzalı fotosu daha, yalnız anlamadığım ne bu imzadaki değişiklik :) Üstteki fotoğraftaki imza değil paraf mı acaba ?
Bu film sahnesi gibi geldi bana ama hangi film bilmiyorum açıkçası. Biraz Rambovari olmuş ama yakışır.
Scarface filminde de puroyu aynı böyle içiyor. Malum bir Kübalıyı oynuyordu kendisi bu arada Kübalı demişken filmindeki Küba aksanı mükemmel idi. Elbette hiç Kübalı görmedim, Küba aksanlı Amerikalı da görmedim ancak diğer filmlerindeki aksanı ile arasındaki farkı çok rahat anlayabiliyorsunuz.
Bu küçük fotoğrafta da biraz Slyvester Stallone havası seziliyor ancak Slyvester'in yamuk burnu yok. Favoriler çok yakışmış, zaten oldum olası çok severim şu favori olayını . Favori'm yani :) Bu fotoğrafını da çok beğeniyorum. Bu hallerini de. Çok genç zaten burda.
Sanırım bu da bir Baba sahnesi. Söyleyecek tek kelime bulamıyorum, böyle kelimeler takılıyor boğazıma. En en en en en sevdiğim Al Pacino hali işte budur.... Hani bugün deseler seni geçmişe ışınlayalım, olur derim :)

Bu film ya "Dog Day Afternoon" yada "Serpico"dan alıntı olabilir çünkü bu filmleri çok gençken çekmiş. Ağzındaki bu ifadeyi çok fazla kullanıyor ve bence çok şey ifade ediyor bu ağzının şekli.



Tony Montano'nun son dakikaları. Hırsının kurbanı olan Tony sonunda evine kıstırılıyor zaten bundan sonra yaşasa ne olacak. Dostunu kendi elleri ile öldürdü, karısı terk etti ve kızkardeşi de az önce vuruldu.
Yakındır "The World Is Yours" havuzuna düşmen. Scarface'in en ünlü sahnesi budur. Ağzından tükürükler saçarak etrafa ateş açan Tony bir bir öldürürken evini basan adamları, arkasından sinsice yaklaşan altın vuruşdan bihaberdir (yorumlardan birinde o adamın David Copperfield olduğu yazıyordu, biri bizi kafaya mı alıyor yoksa hakkaten o mu?). Kokainin buram buram dolaştığı sisli beyni artık hiçbirşey düşünemez olmuştur.
Demekki neymiş. Kokain kötü birşeymiş :)


Bu da Tony'nin yükseliş anlarından bir kare. Bak sen öyle kötü kötü bakalım.




İşte posterlik bir fotoğraf. En sevdiğim fotoğrafı bu diyebilirim. "Baba" filminden alıntı olduğunu düşünüyorum yani utanmasam alacağım bunu liseli kızlar gibi odama poster yapacağım ama işte geçtik o yaşları :)
Bir scarface klasiği daha. Sanırım yeni cinayet işledi, eserine bakıyor...
























Bu fotoyu çok beğenmedim, Mel Gibson'a benzemiş sanki ama yine de kopyalayım dedim.
Umarım içimdeki Al Pacino sevgisinin sebebini fotoğrafları ile iyi anlatabilmişimdir. Herkes benimle dalga geçiyorlar :) Evet artık adamımı bulmalı ve yuva kurmalıyım ama azıcık platoniklikten ne çıkar canım.
Onu çirkin bulan çok insan var, ne buluyorsun sen delisin diyorlar ancak ben zaten kirli yüz severim :)

Ufaktan bir hayatını da kopyalamak istiyorum. Sonra da çevirdiği filmleri.

Sonra o filmleri izledikçe yanlarına not düşersem blogumun didaktik yanından uzaklaşmamış olurum (havamı yesinler).

İşte hayatı; (kaynak wikipedia of course).

Uzun süren sinema kariyeri boyunca, Hollywood’un baş aktörlerinden biri olarak görülen Al Pacino, 25 Nisan 1940’ta New York, Doğu Harlem'de dünyaya geldi. Güzel sanatlar Okulu'na giderken 17 yaşında okuldan ayrıldı ve çeşitli işlerde çalışmaya başladı. Bir yandan da oyunculuk dersleri alan Pacino, zaman zaman çıktığı gösterilerde oyunculuğunu geliştirdi. 1966 yılında " Actors Studio” eğitim için hak kazandı. Daha sonra James Earl Jones ile çalıştığı The Place Creep'de rol aldı. 1967-68 tiyatro sezonunda zalim bir sokak serserisini oynadığı " The Indian Wants the Bronx " ile Obie Ödülleri En Iyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı.
Al Pacino'nun Broadway'de sahneye çıktığı ilk oyun " Does the Tiger Wear a Necktie ? " dir. Her ne kadar oyun kırk gösterimden sonra kaldırıldı ise de Pacino, topluma uyum sağlayamayan bir uyuşturucu bağımlısını canlandırdığı rolüyle Tony Ödülü'nün sahibi oldu. Al Pacino'nun kariyerindeki ilk filmi, 1969 yılında çevirdiği Me, Natalie' dir. Bir sene sonra yine bir uyuşturucu bağımlısını canlandırdığı Panic in Needle Park her ne kadar başarısız bulunsa da, üstün bir performans sergileyen Al Pacino büyük övgüler aldı. Buradaki başarısıyla, yapımcılığını Paramount'un üstlendiği, Francis Ford Coppola'nın " The Godfather " ( Baba ) filminde Michael Corleone rolünü oynamaya hak kazanacaktır. Bu filmdeki muhteşem performansı ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar'ına aday gösterilerek çıkışına devam eden Pacino, 1973'te Scarecrow filmiyle pek iyi bulunmazken, polis draması " Serpico " ve " The Godfather Part II " ( Baba 2 ) gibi sükse yapan filmler ile karnesini düzeltti.
Baba 2 ile üçüncü defa Oscar'a aday gösterilen Al Pacino, 1975 yılında çevrilen " Dog Day Afternoon "da, homoseksüel sevgilisinin cinsiyet değiştirme ameliyatının parasını karşılamak için banka soymaya kalkan bir aşığı canlandırdı. Başarılı filmlerle ününe ün katan Pacino, 1977 tarihli, otomobil yarışlarını konu alan " Bobby Deerfield " daki kötü performansı ile inişe geçti.Çareyi Broadway oyunlarına dönmekte buldu ve başrolünü oynadığı The Basic Training of Pavlo Hummel ile ikinci kez Tony ödülünün sahibi oldu.
Hollywood'a döndükten sonra rol aldığı ...And Justice for All ile eleştirmenlerin gönlünü alamasa da sinemaseverlerin gönlünde bir defa daha taht kurdu.Pacino'nun daha sonra rol aldığı filmleri, seri bir homoseksüel katilin peşinde olan bir polis memurunu canlandırdığı " Cruising ", ve " Author Author " adlı komedi iş yapmadı. 1983 yılında Brian De Palma'nın yönettigi, şiddeti bol " Scarface " ( Yaralı Yüz ) ise ilk gösterildiğinde vasat bulunmasına karşın daha sonra sinemanın kült filmleri arasındaki yerini aldı.Fakat başarının arkasından tekrar başarısızlık geldi ve Pacino tarihsel epik " Revolution " ( Devrim )'dan sonra gözlerden uzaklaştı. Bu arada " The Local Stigmatic " filmiyle yönetmenliği denedi. Ki bundaki başarısı filmin sinemalarda hiç gösterilmemiş olması ile eşleştirilebilir.Al Pacino'nun dönüşü, 1989'da çekilen " Sea of Love " ( Aşk Denizi ) filmi ile oldu. Film büyük sükse yaptı. Pacino yeniden bir stardı! 1990'da gösterişli bir gangsteri oynadığı " Dick Tracy " ile altıncı kez Oscar'a aday olan Pacino, aynı yıl çevrilen, üçlemenin üçüncü ayağı " The Godfather Part III " ( Baba 3 ) 'dekendisinden bekleneni veremedi.Ertesi yıl çevirdiği romantik komedi " Frankie and Johnny " ve ardından gelen Glengarry Glen Ross, vasatı geçemeyen filmleriydi. Uzun süren sessizliğin ardından " Scent of a Woman " ( Kadın Kokusu ) 'ndaki muhteşem oyunculuğu ile nihayet Oscar heykelciğine kavuşmayı başardı.1993'te Brian De Palma ile tekrar çalıştığı " Carlito's Way " ve 1995'te Michael Mann'in yazıp yönettigi, ve Robert De Niro'nun canlandırdığı bir hırsızın peşindeki polisi oynadığı Heat ile kariyerine devam eden Pacino, 1996'da politik bir dram olan " City Hall "da rol aldı. Fakat o sene dikkatleri daha çok yazıp yönettiği ve rol aldığı Looking for Richard ile çekti.1997 senesinde genç Hollywood starları ile çevirdiği filmler gündemdeydi. Önce Johnny Depp ile " Donnie Brasco " ve sonra Keanu Reeves ile " The Devil's Advocate " ( Şeytanın Avukatı ) ... Al Pacino, 1999 yapımı " The Insider " ( Köstebek ) ile sinemaseverlerin karşısında. Başrolü Russel Crowe ile paylaşan Pacino , sigara şirketlerinin halktan gizlediği sırların anlatıldığı ve yayın aşamasında kıyametin koptuğu " 60 Dakika " adlı programın yapımcısı Jeffrey Wigand'ı canlandırdı.2000 yılında yönetmenliğini Oliver Stone'un üstlendiği ve başrollerinde Cameron Diaz, James Woods ve Dennis Quaid gibi deneyimli oyuncuların yer aldığı " Any Given Sunday" ( Kazanma Hırsı ) adlı filmde oynayan aktör, Tony D'Amato adında futbol aşığı bir koçu canlandırdı.2002 yılında cover Andrew Niccol'ün yönettiği, Rachel Roberts'in S1M0NE karakterini canlandırdığı S1M0NE adlı eserde Al Pacino Hollywood yıldızlarının kaprislerine karşı tesadüfen eline geçen bir fırsatla tepki göstermeyi amaçlayan bir yönetmen olan Viktor Taransky'yi canlandırdı.2003 yılnda genç yıldızlardan olan Colin Farrell ile Çaylak isimli filmde oynadı.2003 yılında rol aldığı Angels in America adlı mini dizi 12 dalda emmy ödülü aldı Al pacino da bu dizi ile ilk emmy ödülünü aldı.Aynı yıl Venedik Taciri ismli filminde yahudi tefeci Shylokcu oynadı.2005 yılında Kirli Para adlı pek beğenilmeyen filimde rol aldı. 2007 yılında ise Jon Avnet'in yönetmenliğini yaptığı 88 : 88 Minutes isimli filmde başrolü oynadı. Bu filmde geçmişte kendisinin tespitleri sonucu yakalanan ve idama mahkum edilen bir cinayet zanlısının suçunu kaldırmak isteyenler tarafından tehdit edilen bir cinayet psikiyatristi ve üniversite hocasını canlandırdı. Film pek fazla sükse yapmadı.
THE END

27 Mart 2008 Perşembe

Başka Türlü Birşey Benim İstediğim...













Başka türlü bir şey benim istediğim
Ne ağaca benzer, ne de buluta

Burası gibi değil gideceğim memleket

Denizi ayrı deniz,havası ayrı hava..


Bir başka yolculuk dalından düşmek yere


Yaşadığından uzun bir tatlı yolculuk dalından inmek yere


Ağacın yüksekliğince

Dalın yüksekliğince rüzgarda

Ve bir yeni ömür vardığın çimen yeşilliğince


Nerde gördüklerim

Nerde o beklediğim

Rengi başka

Tadı başka..


Can Yücel

Nurtaç'a...

23 Mart 2008 Pazar

I HAVE A DREAM...I BELIEVE IN ANGELS...


I have a dream, a song to sing,
To help me cope with anything
If you see the wonder of a fairy tale
You can take the future even if you fail
I believe in angels
Something good in everything I see
I believe in angels
When I know the time is right for me
I'll cross the stream -
I have a dreamI have a dream, a fantasy
To help me through reality
And my destination makes it worth the while
Pushing through the darkness still another mile
I believe in angels
Something good in everything I see
I believe in angels
When I know the time is right for me
I'll cross the stream -
I have a dream
I'll cross the stream -
I have a dream
I have a dream, a song to sing
To help me cope with anything
If you see the wonder of a fairy tale
You can take the future even if you fail
I believe in angels
Something good in everything I see
I believe in angels
When I know the time is right for me
I'll cross the stream - I have a dream
I'll cross the stream - I have a dream


ABBA
NOT: Blogdaki playlist'i açınız!