15 Mart 2008 Cumartesi

Adalarda Bir Pazar Sabahı...

İki hafta önce pazar günü Büyükada'da kahvaltı yapalım diye karar verdik. Baharın gittikçe yaklaşan sıcaklığı kıpır kıpır ederken içimizi bulduk kendimizi Bostancı İskelesi'nde bir pazar sabahı.


İlk defa adaya vapurla değil de motorla gidecektik. Nurtaç elinde koca bir ekmek somunu ile çıkıverdiğinde ben müthiş zekamla "sanırım biraz sonra birkaç martı doyuracağız" diye düşünürken Dilek şaşkınlığını gizleyemiyordu.


Neyse motorumuz demir aldı maviliklere ve biz elimizdeki koca bir ekmeği martılara attık tek tek ancak bir sorun vardı, normalde vapurun etrafından hiç eksik olmayan martılar ya çok uzaklarda idi yada hiç yoktu motorun etrafında. Yolun yarısına kadar sadece denize ekmek attık diyebilirim ancak adaya yaklaşırken bir elli kadar martı oldu inanır mısınız;?. Hepsi müthiş akrobatik hareketlerle havada ekmekleri kapıyordu.

Adaya ayağımızı bastığımızda karnımızın çalan zilleri bastırırken dalgaların sesini attık kendimizi bir cafe'ye. Büyükada'nın o meşhur meydanında bir masa bulduk. Dilek menemen sevdası, Nurtaç desen keza öyle ben ise omlet sevdasına tutulmuştuk ancak servis o kadar geciktiki Dilek şeytani tarafını birer birer sergilerken benle Nurtaç'a da ona gülmek düştü. Lakin zaman geçti bizim karnımızın çalan zilleri adanın gürültüsünü bastırır oldu biz de dönüştük birer şeytana.

Adanın kalabalıklığı ile geciken servise ufak tefek sitem ederken Dilek'in menemenine kavuşmuş olması ile çenesi kapanmış karnının ufaktan ufaktan doyması ile de hayatla ilgili sorularına geçmeye başlamıştı yine. Yo yo yanlış anlatmayım bu sefer Nurtaç çok iddiali idi hesabımızı almaya yani biz dev kadro ne zaman bir araya gelsek hayatı sorgularız küçük akıllarımızla (ki buna ilerde değineceğim).





Fotoğrafta görmüş olduğunuz gibi karınları doyup da keyifleri yerine gelen Dilek ile Nurtaç benim mükemmel karizmamı hiçe sayarak birbirlerine el kol hareketi yapmaya başlarlar, asil bir aristokrat ve sanatçı ruhlu insan olan Serpil'e ise sanatsal bir çalışma yapıyor havası yaratmak düşer ve basar deklanşöre, koyar bloguna, böyle elaleme rezil eder işte. İşte bu iki kişi benim sadık dostlarım olup yeri geldiğinde birbirlerine el şakası yaparak karizma abidesi arkadaşlarını rezil etmede bir ustadılar :) (Kaçacak delik aramam lazım, yurtdışına mı gitmeli :) )




Şimdi efendim, Nurtaç'ın sosyalistliğinin birkez daha sorgulandığı bir ada gezimize daha devam ederken fotoğraf makinesinin mülkiyetini elinde bulundurup iki arkadaşını da yalvar yakar süründüren sevgili sosyalist arkadaşımızın komunistliğinin bir "meta" karşısında nasıl da yerle bir olduğunun, ortak mülkiyetçiliğin nasıl da insan doğasına ters olduğunun kanıtıdır bu fotoğraflar lakin şu gördüğünüz yukardaki fotoğraflar için bir dizimin üzerine çöküp ellerimi kavuşturmadığım kaldı, hem öyle çektikten sonra bakmak yooookkk. Ne zaman isterse Nurtaç o zaman bakabiliriz fotolara :)


İşte bu da Nurtaç'ın benden aldığı acı intikam. Beni atla aynı kareye koymak ha. Bana bak kızım, çok defa eşekle maymunla aynı kareye girdim kendi irademle (bakınız blogumdaki Mardin eşeği) ama bu ne şimdi beni öyle atın arkasına koymalar filan. Ben seni bilmem mi? Seni hınzır...Ha bir de uzaydan çekseydin arkadaşım, zoom nedir bilmez misin sen? Ne ümitlerle poz verdik orada biz alla alla :)


Burada da sadık dostum Dilek'i aynı kareye koyarak ufak bir soğuk savaş yaratmak istemiş Nurtaç ama ben yine müthiş karizmamla fotoğrafa damgamı vurmuş, pembe atkımın yarattığı olağanüstü sempatik hava ile adadakilerin nasıl canını yaktığımı birkez daha kanıtlamış bulunmaktayım (insanın kendi blogu olmaya görsün, nasıl da atıp tutuyor haha ha ha haa). Dilek de çok acıklı bakmış beee :)

Burada Dilek'e acımış olmanın verdiği heyecanla sarılıyorum. Canım benim, ne şeker şeysin sen öyle. Gördüğünüz gibi Dilek ona sarılmamdan müthiş bir haz almış, aldığı hazzın ve mutluğuğun suratına yansıyan ifadesi ile nice yağlı tablolara ilham olmuştur. E ben bir insana sarılayım da haz almasın, haşa ne mümkün (uf ne mükemmelim, yaşasın blogumun bana verdiği bu kraliçelik:) at tut Serpil seni kim tutar )


Bu da adada ağzımızın suyu akaraktan baktığımız villalardan sadece biri. Adada Elif Şafak'ın evini de gördük. Birgün acaba böyle bir yerde oturabilecek miyiz diye sorgularken kendimizi, "hani bu kadar da lüks olmasına gerek yok" demedik de değil :)


Bu kediyi ben keşfettim, Nurtaç fotoğrafladı. Bu kedi önce başka bir yerde oturuyordu. Nurtaç'a gösterdiğimde "ne kadar güzel şuna baaakkk" diye bağırıyordumki yerinden bir prenses edası ile kalktı, kırıtarak merdivenleri çıktı ve bize bu pozu verdi ablası. Ağzımız resmen açık aldı ve bir kedi olsaydım sanırım bu kediye aşık olmuştum. Çok havalı canım :) Şu asilliğe bak be, yavrum benim...



Bu fotoğrafta ise kendimi yalnız poz verdiğimi sanırken aynaya aksim düşmüş sanırım :) Dilek mükemmel pozumun verdiği kıskançlık ile fotoğraf karesinde yerini çoktan almış ama yine pembe atkımın enerjisi yanında sönük de kalmamış diyemem hani :)



Şimdi bu fotoğrafta bir bankta oturuyoruz. Benim karnım ağırıyor, pek havamda değilim ama bizimkilerin diline vurmuş. Biri üniversitede hocalığı bırakmaktan ve bir sahil kasabasında yaşamaya başlamaktan bahsederken diğeri de ondan aşağı kalmayarak edalı(!) bir ses tonu ile kendi hayallerinden bahsederken ben yanda uyukluyorum, neden mi? Çok duyduk bu masalları edası takınmışım :) Ha bir de utanmadan bana laf atıyorlar "Serpil de hayatından çok memnun sanırım hiç hayal kurmuyor" diyorlar. Ba ba ba baa ba! Hiç takmadım onları sayın seyirciler. Sessiz sessiz uyuklarken müthiş karizmamı hala koruyordum.


Burda ise Dilek beni çok sevdiği için ve bana çok hayran olduğu için üzerime doğru şöyle bir yatıp bu anı ve sevgiyi ölümsüzleştirmek istedi. Gördüğünüz gibi hiç pas vermiyorum sayın seyirciler. Hani nerdeyse üzerime yatıyor ya böyle anında çekilip de onu havada asılı bırakacakmışım gibi yaramaz bir ifade var yüzümde. Allahım bu ne mükemmellik! ( of çok onore oluyorum Tanrım :)



Bu fotomuzda ise çimenlerde uyuyalım demiştik ancak herşeyin bir fotoğraf pozundan ibaret olduğunu yemeyen ben yine de yatmadım öyle çimenlere sokak kızı gibi. Müthiş asilliğimi koruyarak sözüm ona en az kendim kadar asil olan popomu bile sürmedim çimenlere (kihkihkih). Dilek'teki rahatlığa dikkatinizi çekerim lütfen, lakin kendisini üniversitenin çimlerinden kazıyarak kaldırmışlığım vardır çok defa :)



İşte bu da uyumamın kanıtı. Şöyle bir düşünce balonu çıkartırsak kafamdan;


- Allahım beni bu kızlardan kurtar, olmadık hayaller kuruyorlar, hayır şimdi olcak şey mi? Neymiş üniversitede hocalığı bırakacakmış da sahil kasabasına yerleşecekmiş. Yahu nerde bu mangal yürek, hayır bende de yok ama en azından hava atmıyorum :) ( Kesin öldürüleceğim).




İşte mükemmel bir Pazar sabahını bu hissiyatla noktalamışken birkez daha sizin gibi dostlarım olduğuna şükrederken sonsuza kadar sizleri yanımda görmeyi ne kadar istediğimi vurgulayarak ada gezisi yazımıza son veriyorum.
Ufak tefek şakalarla (her ne kadar gerçeklik payı taşısa da mesela asil olduğum su götürmez bir gerçek :) ) ada gezimizi söz verdiğim gibi ölümsüzleştirmek istemiştim. Umarım beğenirsiniz.
Sevgilerimi sunuyorum.


1 yorum:

Unknown dedi ki...

Serpilim,

Ne güzel bir gezinti olmuş. Şimdi bile hissettim o gün gözlerimi ısıtan güneşin verdiği rahatlığı.
Çektiğimiz fotolar (daha doğrusu sizi görüntüleme çalışmalarım !!!)ve içlerinden seçtiklerin de güzel.

Senin gibi bir sanatçıya ilham olmuş kaynakları yaratan basit bir meta sahipliğimden yola çıkarak ideolojik kimliğime yaptığın eleştiri de kabulüm. Sanatçı eleştirilerine boynumuz kıldan ince, ne yapalım.

Asil tarafların ise malumumuz, saygıda kusur etmeyiz, bilirsin...